Avare kuşlar…
Çok uykum vardı. Gözlerimden uyku akıyordu. Kaç gündür az uyuyordum. Zaten en son gecenin 3:30’unda yatıp sabahın 7:00’sinde kalkmıştım. Sabah önemli bir görüşmem vardı. Ondan sonra gider yatarım diyordum. Fakat, bugün hava biraz farklıydı. Bu kış gününde Ankara’da, güneş bugün yüzünü göstermişti. Az da olsa ısıttı, belki de akşam doğacak olan dolunayın hatırına.
Dedim ya… Uykum var. Fakat bir o kadar da ruhum huzursuz. Gidip yatsam uyuyamayacağım. Attım kendimi yalnızlığımla baş başa kaldığım mekanlardan birine. Yalnız kalmak istiyorum. Öyle güzel ki yalnızlığım, vazgeçtiğim her şeye değer. Neresi mi? Boşverin. Dedim ya, yalnız kalmak istiyorum. Fakat size ortamı anlatabilirim. Bir teras kat. Karşımda bir gölet. Sağım solum hep yaşlı teyze ve amcalarla dolu.
Aldım bir “Ankara Simidi” bir de çay, tabii ki limonlu. 🙂 Oturdum göleti gören bir masaya. Daha simidi yeni bölmüş ve ağzıma bir parça atmıştım ki… Fakat o da ne? Birden onlarca serçe geldi, avare kuşlar misali. Terasın pervaz demirlerine kondular. Sonra çevre güvenliğini sürekli kontrol ederek, bir düzen içinde masaya gelip, simitten paylarına düşeni aldılar. Simidi gagalamak için önce masaya geçiyor sonra da yine çevre güvenliğini kontrol ederek sırasıyla simidi gagalayıp, aldıklarıyla pır diye uçuyorlardı. Sanki ben yoktum onlar için.
Bu düzen ve cesaretleri bana, “O kadar kolay değil vatanı bölmek, / Ve o kadar zor değil uğruna ölmek.” düsturuyla dağ tepe demeden, sınır mınır tanımadan, avare kuşlar gibi dolaşırken kaybettiğim arkadaşlarımı hatırlattı bir anda. Nereden aklıma geldi bilmiyorum ama her sırası gelipte simidi gagalayana kaybettiğim bir arkadaşımın adını verdim. O arkadaşlarım ki, gün geldi bir kumanyayı bölüştük, gün geldi birbirimizi sırtımızda taşıdık, gün geldi birbirimizi yaşatmak için ölüme yürüdük.
İşte o an, içime gömdüğüm tüm isimleri saymaya başladım. Hüseyin, Aysun, Selami, Mehmet, Fatma, Fehmi, Erdi, Hatice, Kadir, Deniz… Kaç isim saydım hatırlamıyorum. Fakat kuşlar bitti… İçime gömdüğüm isimler bitmedi.