Bu nasıl serbest piyasa?
Yazıma başlamadan belirtmek istiyorum. Ben bilişim sektörünün gelişmesine büyümesine destek veren bir insanım. Kesinlikle büyümesine karşı değilim. Fakat büyüme konusunda takip edilen bazı yöntemlere karşıyım. Bunların en başında da devlet eliyle vatandaşa bilgisayar satışı geliyor. Eminim ki hatırlarsınız. Yaklaşık 2 yıl önce Milli Eğitim Bakanlığı tarafından öğretmenlere yönelik bir kampanya düzenlenmişti. Bu kampanya sonucunda bir çok öğretmene dizüstü bilgisayar satışı gerçekleşmişti. O dönemde de yazmıştık. Bu yanlış diye.
Şimdi aynı hata tekrarlanıyor. Sağlık Bakanlığı da 300 bin çalışanı ve 50 bin emeklisinden isteyenleri bilgisayarlandırmak için benzer bir kampanya başlattı. Yani anlayacağınız Intel ve Microsoft’un tüm dünyada uyguladığı bir pazarlama taktiği olan bu uygulama Sağlık Bakanlığı üzerinden ikinci kez sahneye konuyor.
Şimdi biraz eskilere gidelim ve bilgisayar ihalelerinin nasıl şekil değiştirdiğine bir göz atalım. Günümüze kadar ki bilgisayar ihalelerini 3 döneme ayırabiliriz. Birinci dönem, 1990 yılına kadar ki dönem. Birinci dönemde devlet kurumları ihtiyaçlarını belirleyip ihale açıyorlardı ve zaten çok az olan bilişim firmalarından temin ediyorlardı. Bu gayet normal, doğru ve olması gereken bir uygulama. Biz bunu “birinci nesil ihale dönemi” diye adlandırıyoruz.
İkinci dönem 1990 yılından sonra başlıyor ve 2001 krizine kadar devam eden bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. Bu dönemde bilişim firmaları hızla çoğalmaya başladı. Başta HP ve Microsoft olmak üzere yabancı bilişim firmaları Türkiye’ye geldi. Devlet, birçok sektöre yabancı sermayeli aktörlerin katılımını belli kurallara bağlamıştır. Nedense bilişim sektörü devletin gözünden kaçtı. Yabancı sermayeli dev bilişim firmaları ellerini kollarını sallayarak geldiler. Sektörde bir anda firma patlaması yaşanınca yabancı firmaların eski tecrübelerinden kaynaklanan pazarlama taktikleri devreye girdi. İki hedef seçtiler kendilerine. Biri devlet, diğeri finans. Bu hedefler üzerine yoğun bir şekilde giderek, “Bakın bizde şöyle bir teknoloji var, bu teknoloji sizin şu işinizi acayip kolaylaştırır” diyerek, önce ihtiyaç duymalarını sağladılar. Sonrasında da oturup ihale şartnamelerini de beraber yazdılar. Bu çalışmaların doğal sonucu olarak da bilişim sektörü her yıl rekorlar kırmaya başladı. Bu dönemi de “ikinci nesil ihale dönemi” diye adlandırabiliriz.
Üçüncü nesil ihale dönemi 2001 krizinden sonra başlıyor. Artık Türkiye’de olan bilişimin global oyuncuları krizle birlikte en büyük iki müşterisini kaybetmiş durumdaydı. Hatırlarsanız finans sektörü neredeyse batmıştı. Birçok banka batmış mevcutlarda ayakta durmaya çalışıyorlardı. Dolayısı ile bilişim harcamalarını kestiler. Diğer müşterileri olan devlet kurumları da krizden dolayı tüm alımlarını durdurdular. Bir anda bilişim sektörü yok olmanın eşiğine geldi. İşte bu noktada ABD merkezli bu büyük oyuncuların pazarlama taktiklerindeki kamuyu kullanma projesi devreye girdi. Yani, devlet eliyle vatandaşa bilgisayar satmak. Bu oltaya ilk olarak Milli Eğitim Bakanlığı geldi. Şimdi de Sağlık Bakanlığı. Sırada kim var? Dışişleri Bakanlığı mı yoksa İçişleri Bakanlığı mı? Bir düşünün bu kampanyadan aslan payını kim götürüyor?
Sayın Bakanlar, bu yöntem iyi bir yöntem değil. Serbest piyasa bu değil. Yetersiz daire başkanlarınızın size getirdiği her projeyi onaylamak zorunda değilsiniz. Yarın bir gün biz de gelip desek ki tüm çalışanlarınızı Para dergisine 4 yıl abone yapmak istiyoruz. Abonelik için yüzde 50 indirim ve 24 ay vade yapıyoruz. Ne dersiniz?
(Bu yazının bir kısmı 18 Şubat 2007 tarihli Para dergisinde yayınlanmıştır.)