Yoğurt böyle yenmez ey Microsoft!
2009 yılının son çeyreğinde Microsoft internet kafelere yönelik bir kampanya başlatmıştı. Kampanyanın ismi “3+ İnternet Kafe Projesi”. Bu proje ile yasal yazılım kullanmayan internet kafelere bir imkan sağlanıyordu. O dönemde yazdığımız yazılarda bu kampanya ile ilgili aleyhte yazılar yazmıştık. Bu yazılarda kampanyanın konusunu değil, şeklini ve uygulanan fiyat politikasını eleştirmiştik. Hala yazdıklarımızın arkasındayız.
2010 yılının son çeyreğinde “Korsan Yazılım” genelinde ama Microsoft özelinde internet kafeler üzerindeki baskılar yine artmıştı. Birçok internet kafeci arkadaş bunalmış durumdaydı. Yanlış anlamayın bunalan internet kafeciler korsan yazılım kullananlar değil. Aksine, yasal yazılım kullandıkları halde baskına gelenlerin “bu lisans internet kafede olmaz şunu kullanmak zorundasınız” gibi keyfi uygulamalarla karşılan ve her şeyi yasal olan internet kafeciler.
Microsoft’un internet sitesine gördüğüm bir sayfa internet kafelerle ilgili bu kampanyanın sessiz sedasız yeniden yürürlüğe girdiğini gösteriyor. Söz konusu sayfaya bu adresten ulaşabilirsiniz. Dediğim gibi bu ticari bir olay. Microsoft internet kafelere ürününü böyle satmak istiyor.. Hani derler ya! “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” diye. Microsoft’da yoğurdu böyle yiyiyor. Buna bir şey diyemeyiz. Fakat şunu söyeyebiliriz. “Yoğurt böyle yenmez ey Microsoft!”. Nasıl yeneceğini öğrenmek isterlerse biz buradayız.
Microsoft’un yıllardır ülkemiz ekonomisine sağladığı katkıları inkar edecek kadar nankör değilim. Nereden baksanız 15 yıldan fazladır (yanlışsa lütfen doğrusunu yazınız) ülkemizde. Birçok ticari ilişkisi var. Dolayısı ile hatırı sayılır bir ekosistemi oluşmuş durumda. Bunlar hep ülkemizin yararına olan şeyler. Fakat orijin olarak baktığımızda neticede bir ABD firması. Bu ne demek? Microsoft ürünlerine verdiğimiz paranın büyük bir kısmı ABD’ye gidiyor demek. Benim canımı sıkan yer işte burası. Tamam adam yazılımını yapmış getirmiş. Satıyor ve kazancını götürüyor. Bunlara nasıl ki benim bir şey demeye hakkım yok. Yazılıma verdiğimiz paranın yurt dışına gitmesine benim canımın sıkılmasına da kimsenin bir şey demeye hakkı yok.
Bu bağlamda benim asıl kızacaklarım yerli bürokrasi. Kardeşim, ne zaman uyanacaksınız? Ne zaman şu yazılım işinde üretilen değerin yurt içinde kalması için gerekli alt yapıyı hazırlayacaksınız? Ne zaman uluslararası firmaların lobiciliğinden etkilenmeyecek hale geleceksiniz? Lobilerden etkilenmeyin diye illa sizi ifşa mı edelim? Gerekirse gazeteci olarak onu da yaparız. Deriz ki “Falanca bakanlıktaki filanca bürokrat şu firmanın adamıdır.” Bizi bunları yazmak zorunda bırakmayın. Sermayenin değil ülkenizin adamı olun. Yoksa zamanı geldiğinde canınızı birileri yakar ondan sonra derdinizi kimseye anlatamazsınız. Bu konulardaki en büyük sınavınız ise “Fatih Projesi” olacak. O projede 570 bin dizüstü bilgisayardan bahsediliyor. Bence bu proje yerli işletim sistemi Pardus’un halka yayılması için çok önemli. Ne olur bu projeyi sadece Microsoft’a para kazandıracak hale dönüştürmeyin. Benim hesaplarıma göre bu projeden Microsoft’un cebine girecek para en az 12 milyon TL. Bu rakamın üst sınırı ise yok. Ben bunları yazarken ne solculuk ne de sağcılık yapıyorum. Tek yaptığım pozitif ayrımcılık. Yazdıklarımı bu bağlamda değerlendirin. Fatih Projesi o projeyi gerçekleştirecek bürokratlar için bence çok ciddi bir sınav olacak. Benden söylemesi.
İnternet kafelerin problemi nasıl kalıcı olarak çözülür. Sözüm size internet kafeler. İstanbul İnternet Kafeciler Odasına destek olun. TÜBİTAK bünyesinde geliştirilen Pardus ekibini e-posta yağmuruna tutun. Sadece onları değil. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığını, Ulaştırma Bakanlığını ve diğer ilgili bakanlıklarda bu e-posta yağmurundan nasibini alsın. Bu iş çözülürse ancak Pardus üzerinden çözülür. İnternet kafecilerle Pardus ekibinin bir araya gelmesi kaçınılmazdır. Neyin nasıl olması gerektiğiyle ilgili detayları şekillendirme konusunda da ihtiyaç duyulması halinde biz buradayız.
(Bu yazının bir kısmı 23 Ocak 2011 tarihli Para dergisinde yayınlanmıştır.)