Rekabet içinde birliktelik şart
Nisan ayının ortasındaki hafta sonunu Sapanca’da dinlenelim derken kendimizi 5. Telekom Zirvesi’nin içinde bulduk. Organizasyona katılanlar arasında, eski (gerçi halen) Ulaştırma Bakanı ve Binali Yıldırım, TELKODER Başkanı Yusuf Ata Arıak ve BTK Başkanı Tayfun Acarer yanında, Türk Telekom ve Turkcell gibi büyük oyuncuların temsilcileri de vardı. Basına kapalı yapılan görüşmelerde, beylik bir tabir kullanacak olursak, sektörün geleceği belirlendi.
Acarer ve Arıak’ın görüşmelerden sonra verdiği demeçlere bakılacak olursa, sektör gidişattan memnun değil. Türkiye’de telekom piyasası önceki yıllara göre hem küçülmüş, hem de büyümenin nasıl sağlanacağı meçhul. Gerçi tüm dünya için geçerli bu durum, fakat Türkiye’de hem gelirler düşüp kârlılık azalıyor, hem de yeni yatırımcı çekmek güçleşti. Türk Telekom, mobil operatörler, sabit ses ve internet işletmecilerinin toplam gelirinin 2010 yılında 22,7 milyar TL’de kaldığı bildiriliyor, bu şartlar altında 2023 yılı için konulan 160 milyar dolarlık toplam gelir hedefine ulaşmanın zor olduğu söyleniyor. Rekabet ortamının oluşmadığı sabit hatlar bir süredir gerilemede. Avrupa Birliği standartlarında iletişim gelirlerindeki payı yüzde 48 olan sabit hatlar, Türkiye’de yüzde 33’de kalmış durumda. Fakat zaten yüzde 110 gibi bir piyasa nüfuzuna sahip olan mobilde de bir tıkanma olacağı ön görülüyor. Yeni nesil internet servis sağlayıcıların pazar payı Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 40 ila yüzde 50 civarında iken, Türkiye’de yüzde 10.
Kapalı kapılar ardında yapılan görüşmelerden kulağımıza çalınanlara göre, Yıldırım, ülkemizin belli başlı telekom şirketlerinden birinin hayli üst düzey bir yöneticisini bir temiz haşlamış. Nedeni ise, bu şirketin yönetim kurulunda hisse sahibi olan yabancı ortağın ağırlığının artmasının istenmemesi. Bakanlık “Yönetim kurulu üye sayısını artırın, küçük ortağın hakkını koruyun,” dedikçe, şirket sahibi Nuh diyor Peygamber demiyor, görüşünü değiştirmiyormuş. Bakanlık da tavrında kararlı. Böyle devam ederse, sektörün tepe noktalarında bir fırtına kopması beklenebilir.
Arıak, internet bağlantı alt yapısı konusunda “Eğer ev başına 100 MB’lerden bahsedeceksek, alt yapının buna hazırlanması gerekir. Mobil haberleşme geliştikçe, yine bunun taşınması için fiber hatların büyütülmesi gerektiğini gördük,” diyor.
Neyse ki, varılan sonuçlar çözümsüzlüğe meyletmiyor. Sadece yüzde 5’i kullanılan sabit alt yapının diğer işletmecilere açılmamasının faydadan çok zarara neden olduğu sonunda anlaşıldı. Bu mevzudan biz de yeri geldikçe sık sık bahsetmiş, Türk Telekom’un sabit iletişim alt yapısını kendisinden ayırarak, farklı bir şirket altında işletmesinin yararlı olduğunu defalarca dile getirmiştik. Aklın yolunun nihayet bir olması sevindirici. Tayfun Acarer ise, alt yapı bedellerinin tüketiciye yansıtılmaması için fiber alt yapının yeni inşa edilecek yollarla birlikte kurulması fikrini benimsemelerinin faydalarını açıkladı. Teknolojik hizmetlerin alt yapısının baştan planlanması açısından önemli bir adım bu.
Konuşmalardan kulağımızı tırmalayan bir sada, Acarer’in VOIP hizmetleri konusundaki beyanları oldu. Acarer, Google Talk mobil sürümü, yakın zamanda Türkiye’de de devreye girecek olan Google Phone ve Skype gibi var olan internet yapısı üstünden sesli iletişim hizmeti veren sistemleri “mobil ve sabit operatörleri tehdit eden bir konu” olarak tanımlıyor. “Kontrol edemedikleri, denetleyemedikleri” için olumsuz bakılan bu hizmetlerle “mücadele etme” stratejilerini belirleyecek bir çalışma grubu kurulduğunu açıklıyor. Sektörde rekabet azlığının yol açtığı problemleri tartıştıktan birkaç cümle sonra böyle bir açıklama gelmiş olması son derece talihsiz. Alternatif hizmetlerin önünü keserek mi rekabetçi piyasa ortamı oluşturulacak? Bu sağlıksız bir yaklaşımdır. Doğrusu, en az onlar kadar yenilikçi ve faydalı olanak ve hizmetler tasarlayıp sunmaktır tüketiciye.
Hülasası, Türkiye telekomünikasyon sektörü engebeli bir yoldan geçiyor ama, karamsarlığa gark olmanın gereği yok. Zira, özünde hepsi rekabet içinde olan telekom şirketleri, yine de bir araya gelip bir hal çaresi bulmanın yolunu araştırabiliyor, tartışabiliyorlar. Şirketlerin her biri kendi çıkarını kollayacak elbet, fakat bunun gerçekleşebileceği ortamı oluşturmak için birlikte çalışılması gerektiğinin, böylesinin her şeyden önce Türkiye için en sağlıklısı olacağının da farkındalar. Bu tutum devam ettirilirse, alt yapı sorunları aşıldıktan sonra, sektörün dar boğazdan çıkmaması için sebep yok gibi görünüyor.
(Bu yazının bir kısmı 8 Mayıs 2011 tarihli Para dergisinde yayınlanmıştır.)