Aşk üzerine…
11 Temmuz 2013 Perşembe günü sizlerle paylaştığım “Kaybedeceğini bile bile…” başlıklı yazıyı üstüne kurguladığım arkadaşla oturuyoruz yine. Hani derler ya “O babayiğit yine dağılmış”. Yine perişan. Oysa bir bilse derdini paylaştığı bendenizin durumu ondan vahim. 🙂
Önce dinledim. Aynı şeyleri tekrar anlattı. Sonuna da en son gelişmeleri ekledi. Hatta bir ara “İkisini aynı tabuta canlı koyup gömmeyi bile düşünüyorum.” dedi. Hayal sınırlarımı zorlayan bu düşüncesi konusunda onu uyardım. “Manyaklaşma. Kendine gel. Böyle bir şeyi dillendirmen vahim, düşünmen ise vahimden öte. Akıllı ol. İşine odaklan. Herkes kararlarının sonucudur. Herkes hak ettiğini alır bu hayatta. Sen kendini düşün.” Tabii benim söylediklerim kâr etmedi ona. Bende bunun üzerine “Nazım Hikmeti sever misin?” dedim. “Bayılırım” cevabını alınca ona Nazım Hikmet’in “Aşk” üzerine yazdığı aşağıdaki paragrafları okusun diye verdim:
“Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin… İki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.
Sen, “Ama senin için şunu yaptım” derken o, “şunu yapmadın” diye cevap verecektir ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın. Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. “Peki o ne yaptı” deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.
Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “Acılara tutunarak” yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki… Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana. Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası…
Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…”
Sonuç mu? Bu güçlü cümleler işe yaradı. Sakinledi. İftarı bekliyoruz. Bana “Abi, sen hayat kurtarıyorsun!” dedi, bilerek veya bilmeyerek alınmasına sebep olduğum hayatları bilmeden. Ah be güzel arkadaşım! Bir bilsen içindeki büyük gücü. Şu aşk üçgeni konusuna ayırdığın zamanın çeyreğini kendini tanımaya adasan problemini çözecek, bizi de azad edeceksin. 😉