Bankacıların bilişim ile imtihanı
Bankalar hayatımızın olmazsa olmazları artık. Herkes en az bir banka ile çalışıyor artık. Nitekim bankaların hizmetlerini duyurmak için yaptıkları reklamların ise haddi hesabı yok. Bizler kullanıcı tarafında bu hizmetlerin keyfini sürerken (zaman zaman mağdur olmuyor değiliz) işin arka planında nasıl bir yapı var hiç merak ettiniz mi?
Bir çok bankacı arkadaşım var. Bunlardan şubelerde çalışanlarda var genel müdürlüklerde çalışanlarda. Şubelerde çalışanlarla sohbetin en güzel tarafı müşterilerle yaşadıkları komik durumları dinlemek. Neticede şube çalışanlarının yapacağı işler ve hangi sırayla yapacakları belli olduğu için genel müdürlüklerde çalışanlara göre kısmen daha rahatlar. Şubelerde asıl sıkıntı kredi birimlerinin üzerindedir. Kredi isteyenlerle ilgili ilk değerlendirmeleri bu birimler yaptığı için ince eleyip sık dokumaları gerekiyor. Hedefleri tutturalım derken tepetaklak olma riski de vardır.
Genel müdürlüklerde çalışanlarla ise sohbet etmek çok zordur. Çünkü işleri ile ilgili hiç konuşmak istemezler. Ne sorsanız zor cevap alırsınız. Aldığınız cevap da hiçbir işe yaramaz. Dolayısı ile onlara doğrudan soru sormanın hiçbir anlamı yoktur. Onlarla resmi olmayan bir ortamda ve tatil olan bir gün sohbet edeceksiniz. Havadan sudan derken iş zaten bankalara da gelecektir. İşte o zaman uygun soruları sorarsanız cevaplarını fazlası ile alırsınız. Benim en şanslı olduğum taraf ise bir çok okul arkadaşımın çeşitli bankalarda çeşitli kademelerde çalışıyor olması.
Dediğimiz gibi bankalar bir çok hizmet veriyor ve bunu bizlere duyuruyorlar. Fakat işin arka planında, verdikleri hizmetin ilgili departmanı ile bilgi işlem departmanını senkronize edemezlerse bu hizmet bir süre sonra aksamaya başlar. Bu da müşteri memnuniyetsizliğini ortaya çıkarır. Fakat asıl önemlisi banka içinde çalışanların yaptıkları işten memnuniyetidir.
Ülkemizdeki bankaların bir çoğunu incelediğimde karşılaştığım ilk temel problemin Bilgi İşlem departmanları ile operasyonel departmanlar arasındaki kopukluk olduğunu gördüm. Bankalar, Bilgi işlem departmanlarına Bilgisayar Mühendislerini doldurarak problemleri çözeceklerini zannediyorlar. Oysa sosyal bilimler eğitimi almamış mühendislerin her şeyi rakamdan ibaret gördüğünü dolayısıyla da analiz etme yeteneklerinin diğerlerine göre nispeten zayıf olduğunu bilmeleri gerekiyordu. Nitekim bunu fark eden bankalar Bilgi İşlem departmalarına sosyal bilimlerde yüksek lisans yapmış Bilgisayar Mühendislerini Sistem Analisti olarak istihdam ederek ciddi bir farkındalık oluşturmaya başladılar.
Bankaların en sıkıntılı birimi Mali İşler denen departmandır. Çünkü bütçe, muhasebe ve raporlamalar bu departmandan çıkar. Dışardan bakıldığında bankaların kalbidir fakat içeriden bakıldığında nedense üvey evlat muamelesi görürler. Bir bankanın Mali İşlerinden nereden baksanız her ay 200’e yakın rapor çıkar. Bu raporların sağlıklı çıkabilmesi için Bilgi İşlem departmanları ile Mali İşler departmanının eksiksiz bir birlikte çalışabilirlik sağlaması gerekir. Bunu sağlayamazsanız Mali İşler çalışanlarını (Ecxel) elektronik tablolama programları ile boğuşturursunuz.
Tüm bunları yazmamın sebebi ise bankacılara bir nebze yardımcı olmak. Şöyle ki; dünyanın en büyük kurumsal yazılım firmalarından SAP’nin, Türkiye’de gerçekleştirdiği gelenekselleşen SAP Forum etkinliğinin onbeşincisi, 15 Ekim 2010 Cuma günü, İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenecek.
SAP Forum 2010’da bu sene ilk defa Bankacılık ve Sigortacılık sektörlerine özel salonlarda uzmanlar tecrübelerini ve başarı hikayelerini paylaşacaklar. Bu salonlarda yapılacak sunumlarda; BDDK’nın yeni kontrol zorunluluklarına uyum sağlamayı kolaylaştıracak, işlemlerde iz sürülebilirliği sağlayacak ve banka verileri üzerinden kişiye özel raporlama alma imkanı verecek yeni çözüm ve uygulamalar tanıtılacak.
BDDK’ya her gün üç rapor gönderdiğinizi üstüne bir de murakıpların sürekli çeşitli raporlar istediklerini (Merkez Bankasınının istediklerini yazmıyorum bile) düşünürseniz bu etkinliği bankaların karar vericilerinin takip etmesini şiddetle öneriyorum.
(Bu yazının bir kısmı 3 Ekim 2010 tarihli Para dergisinde yayınlanmıştır.)