Bazı insanları hayata baktıkları pencereden atmalı!
Ansızın…
Hani derler ya… Ansızın… Hiç hesapta yokken… Birden… Biri girer hayatına. O’nun kokusuyla uyuyup, O’nun sesiyle uyanmak istersin. Bunun olması içinde her şeyini verirsin.
Gerçi başlangıçta biraz korkarsın. O yüzden önce umursamaz ve yanında istemezsin. Çünkü her gelen biraz daha çok acıtıp gitmiştir canınızı.
Sonra…
Sonrasını düşünmek istemezsiniz. Çünkü bazı şeylerin sonrası yoktur… O an söylenmelidir… Büyü bozulmadan… Hayatta unutamayacağım en büyük pişmanlık bu olmasın diye açarsınız kendinizi ona… Çünkü, “Hayatta unutamayacağımız en büyük pişmanlık; pişman olurum diye yapmadıklarımızdır.” dediğini hatırlarsınız Tolstoy’un.
Bilirsiniz, aşkı yaşamaya cesareti olmayan adamın omuzu bir Balığın başını taşıyamaz. Fakat sizin bu konuda bir korkunuz yoktur. Çünkü sizde bir Balıksınızdır.
Yaşarsınız doludizgin…
Derken şüphe başlar… Sevdiğiniz insana dibine kadar güvenmek istersiniz… Çünkü şüphe başladığında aşk biter.
Konuşursunuz onunla… Belki bir şeyleri kurtarabilirim diye…
Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi, “Gel bekliyorum, kalbimi kır yine, canımı yak, daha da acıt hatta. Seni başkasıyla düşünmekten daha fazla acıtmaz sonuçta.” dersiniz.
Heyhat…
Bakış açılarınızın farklılığından dem vurur kutsallaştırdığınız insan… Hayata baktığınız pencerenin farklılığını size anlatır, doğru pencere kendisinin baktığıymış gibi.
Nihayetinde…
Bazı insanları hayata baktıkları pencereden atmalı!