Seni seven öldü Zalım…

27 Mart 2016 0 Yazar: Musa Savaş

image

Dilemma’yı bulmak için farklı oturma grupları olan kurumumuzun kafeteryasına uğramıştım. Hiç kimse yoktu, Ordulu Edip’ten başka. Arkadaşları ismini uzun buldukları için : ) ona kısaca Edi derlerdi. Dilek ismini Dilemma diye kısaltanlardan başka ne beklenirdi ki? 😉

Edip, üçlü bir oturma grubuna uzanmış, ayaklarını sehpanın üzerinde ayak ayaküstüne atmış, kulaklıklarını takmıştı. Belli ki müzik dinliyordu. Dilemmayı sormak için ona doğru yürüdüm. Yanına geldiğimde, gözlerinin kenarından kulaklarına, oradan da başını koyduğu koltuğa akan yaşlar gördüm. O an her şeyi unuttum. Seslendim “Edip… Edip!” Gözlerini açtı, beni görünce önce şaşırdı, sonra hemen doğruldu. Bir eliyle gözlerini silerken diğer eliyle kulaklığı başından aldı ve ağlak bir ses tonuyla “Ne oldu Patron?” diyebildi. “Yok bir şey. Asıl sana ne oldu Edip? Nedir bu halin?” diye sordum. “Bir şey yok Patron. Müzik dinliyordum. Duygulandım biraz… Hepsi bu.” şeklinde cevapladı. “Ne dinliyorsun?” derken ben ona, cevap vermesini beklemeden kulaklığı elinden alıp kendi kulaklarıma taktım.

Edip Akbayram’ın o duru sesi vardı şimdi kulaklarımda: “Bir cefam var idi bin oldu / Aktı gözüm yaşı sel oldu / Yaz baharım döndü kış oldu / Sen benden gittin gideli.” Daha önce dinlediğim ama sözlerine çokta dikkat etmediğim bir şarkıydı. “Bu şarkı mı seni ağlattı?” derken ben şaşkınca “Başa al bu şarkıyı.” dedim sonrasında usulca. Şarkıyı sindire sindire baştan dinledim. İlk iki kıtası da son kıtası gibi güçlü kelimelerle ve yoğun duyguyla örülüydü: “Öyle ağırım ki kendime / Sen benden gittin gideli / Tenim küs olmuş tenime / Sen benden gittin gideli. –  Öyle bıkmışım ki kendimden / Kurudum düştüm dalımdan / Sanki ruhum çıktı canımdan / Sen benden gittin gideli.”

Şarkıyı sonuna kadar dinledim. Bitince diğer bir Edip Akbayram şarkısı başladı: “Ben ölürsem / Akşamüstü ölürüm / Şehre simsiyah bir kar yağar / Yollar kalbimle örtülür…” Kulaklıkları çıkardım. Soran gözlerle baktım. “Seni dinliyorum!” dedim. Kaçacak yeri olmadığını anladığı için döküldü bana.

Teyzesinin kızı Ebru ile birbirlerini çok seviyorlarmış. Üniversiteyi bitirdiğinde bizim kurumdan teklif almış. Kendisine kabul ettiği takdirde 35 yaşına kadar evlenemeyeceği söylenmiş. Millet ve ülke söz konusu olunca bir an bile hayır demeyi düşünmemiş. Kabul etmiş. Sonra Ebru’ya gidip çok önemli bir işe girdiğini dolayısıyla evliliği 12 yıl ertelemeleri gerektiğini söylemiş. Ebru küplere binmiş. Kızgınca “Ne işiymiş o? O kadar önemli!” diye alaycı bir şekilde sormuş. “Babamın vasiyeti vardı bana. Eğer milletin ve ülkene canın pahasına hizmet edeceğin bir iş teklifi alırsan ve bir an bile tereddüt edersen hakkımı helal etmem sana diye.” cevaplamış Edip. Fakat Ebru daha da sinirlenmiş. Bunun üzerine Edip “Eğer beklersen 12 yıl, gelip evleneceğim seninle. Bu süre içinde de senden başkasını hayatıma almayacağıma Allah’ın huzurunda söz veriyorum. Eğer beklemezsen beni, diyecek bir şeyim yok. Allah’a emanet ol.” diyerek kalkmış onun yanından. Sonrasında aramış, yazmış, Ordu’ya her gidişinde Ebru ile görüşmek için girişimde bulunmuş. Fakat kızdan hiç cevap alamamış. Ordu’da birkaç kez karşısına çıkmış, kız tek kelime etmeden dönüp gitmiş. Bugün ağlamasını sebebi ise Ebru’nun bir hafta sonra evleneceğini öğrenmesiymiş. Hıçkırıklara boğulurken “Patron, tam yedi yıl oldu. Yüzüme bakmamasına rağmen onsuz bir anım bile geçmedi. Ben sözümü tuttum ne başka kadınlara baktım, ne de dokundum. Bana köpeğe davranır gibi davranmasına rağmen hep onunda beni sevdiğine inandım ve bekledim.” kelimeleri döküldü dudaklarından. Bir çocuk gibi salya sümük ağlıyordu karşımda koskoca adam. Ellerimle başını tutup sol omuzuma yasladım “Ağla… Rahatlarsın.” diyebildim sadece.

Üç yıl geçti.

Bir akşamüstü Ordu’dayız şimdi. Ortadoğu’da bir görevden dönerken akşamüstü düştükleri pusuda şehit olan Edip’i uğurluyoruz. Kelimelerin duyguları anlatmaya yetmediği zamanlar. Kader arkadaşı, kankası Suat geldi yanımıza. Yanımdaki Dilemma’ya “Patron, Edi’nin bende emaneti bir zarf var. Üstünde (Teyzem kızı Ebru’ya) yazıyor. Sizin vermeniz daha doğru olur” dedi. Dilemma aldı zarfı. Kalabalığın içinde kucağında bir yaşlarında çocuk olan bir kadının koluna girdi ve onu biraz uzağa bir ağacın dibine çekti. Kadının kucağındaki çocuğu kendi kucaklarken zarfı kadına verdi Dilemma.

Zaten ağlamaktan gözleri şişmiş kadın titreyen ellerle açtı zarfı. İçindeki kağıda baktı ve hıçkıra hıçkıra ağlayarak toprağa çöktü. Belli ki kısa bir şey yazılıydı.

Ankara’ya dönüş yolundayız. Dilemma ile aynı araçtayız. Sordum ona: “Ne yazıyordu zarfta?” Hiç ağladığını görmediğimiz Dilemma’nın gözleri doldu bir anda ve bir yaş süzüldü yanağına. Sesindeki olası titremeyi engellemek için önce bir yutkundu ve dudaklarından iki cümle döküldü: “Seni seven öldü Zalım… Haberin var mı?”