Türkiye’de “teknoloci” gazetecisi olmak
Garip bir meslek gazetecilik… Doktor, avukat, hakim, savcı, mühendis kadar önemli ama onlar kadar ciddiye alınan bir meslek değil… Okulu var ama, kimse gazeteci olmak için okula gitmek zorunda değil… Düşünebiliyor musunuz tıp okumamış olan bir doktoru? Ya da hukuk fakültesini bitirmemiş bir avukatı… Gazetecilik de böyle bir meslek işte… Bir gün yatıp ertesi gün “Ben gazeteciyim…” diye uyanabiliyorsunuz…
Ha, sakın ha zannedilmesin bu satırların yazarı hem mektepli, hem de alaylı diye iletişim okumamış gazetecileri eleştiriyor, yeriyor. Sadece, bir gerçeğin altını çiziyorum o kadar. Lakin, gazetecilik okulda öğretilecek bir şey de değil… Gazeteci doğar, gazeteci ölürsünüz… Böyle bir meslektir benim için gazetecilik…
Elbette, gazetecilik mesleğinin şemsiyesi altında birçok uzmanlık alanı var. Bunlardan bir tanesi de “teknoloji, bilişim, bilgi ve iletişim teknolojileri, vs… vs…” Aslında 80’li yıllarda daha Commodore türü bilgisayarlar döneminde başlamıştım teknoloji sayfaları hazırlamaya… Şimdi akıllanıp herkesin kıç cebinde yer alan telefonları o yıllarda evlerde bile göremiyordunuz. PTT’ye yazılıp yıllarca bağlanmasını bekliyordunuz…
Türkiye’nin “ilk” internet dergisini 1997 yılında piyasaya çıkartmak kısmet oldu. Profesyonel anlamda gazetecilik mesleğimin 15. yılında yani… Şakayla karışık 20 yıl kadar önce… Yani 15+20=35 yıl geride kalmış meslekte… Lakin, hala “gazeteci” nevinden sayılmıyoruz bazı çevrelerce… Mesela, yeni yetme bir çıtır kızın nasıl ağrılı adet gördüğünü anlattığı köşesi varken, benim yok. Onlar köşe yazarı sayılıp gazeteci kabul edilirken biz sümsük sümsük dolaşıyoruz. Suç onlarda mı, bizde mi, ya da onları bu noktaya taşıyanlarda mı? Bu hepimizin suçu aslında… En çok da bizim…
Geçen gün, bir basın toplantısında yaklaşık 20 yıldır tanıdığım bir arkadaşım editör aradıklarını ama bazı görüşmelerin birkaç dakika sürdüğünü söyledi. Anlattığına göre adayların bir çoğu gelen test ürünlerinin onlarda kalıp kalmayacağını soruyormuş. Bu işe soyunan gençler, en son teknoloji ürünü akıllı telefonları, bilgisayarları, tabletleri, kameraları, vs. kullanmak, inceleme yazısı yazmak için çıldırıyor adeta…
Yine bir başka arkadaşım, ürün inceleme için kendisine gönderilen ürünleri zamanında iade ettiğini, ancak kendisine hediye edilen ürünleri rahatlıkla sattığını söyledi. Doğruya doğru, bizlere hediye edilen birçok ürün var. Bunları eşe, dosta, akrabaya dağıtıyoruz genellikle. Sonra da amca oğlundan, dayı kızından şöyle ricalar gelir: “Ağabey ya, fazla telefon var mı? Tablet geldi mi?”… Yani aşağı tükürseniz sakal, yukarı tükürseniz bıyık durumları…
Bir de ürün inceleme yapıyorsanız, yaşadığınız sorunlar var ki, anlatmakla bitmez. Lansman, basın toplantısı gezersiniz. Size ürünü ballandıra ballandıra anlatırlar… Şöyle özelliği var, böyle özelliği var… Dinlersiniz sabırla… Dersiniz ki, “Bir tane test ürünü gönderin de inceleyelim. Bir yazı yazalım.” Biz şöyle birinci, en iyi, en büyük… vs vs sallayan Marcom yöneticisi başlar ağlamaya: “Elimizde test ürünü yok. Size göndermek için satın almamız gerekiyor. Kutu açamıyoruz… Hani elinizden gelse bir 500 TL çıkarıp vermek istersiniz bu performansa…
Arada PR şirketleri de vardır… Burada çalışan sevgili arkadaşların bazıları bu ürün gönderme işinde ne yaptığınıza pek bakmaz. Orada işler dost-ahbap çavuş tabanlıdır genellikle. Büyük bir lansman yapılır ve bu büyük lansmanda siz basın toplantısını izlemek ve yollanan bülteni değerlendirmekten öte gidemezsiniz. Öyle markalar vardır ki, çıkarttıkları ürünün 7 sürümünden birini bile görmemişsinizdir. Sormazsınız ya sorsanız da bu sefer “Şirket bize şu kadar ürün verdi elimizde yok…” yanıtını alırsınız… O kadar ürünün istatistiğini yaptığınızda size test ürünü geldiğinde –ki asla gelmez- neredeyse bu ürünün yeni sürümü çıkacaktır piyasaya…
Bir de kerameti kendinden menkul “teknoloci” gazetecileri vardır. Kendileri gibi ergen kitleye video çeken, inceleme yazısı yazdığını ve çok içerik ürettiğini iddia edenler… Bunlar iyi rüzgar yaratırlar… PR’cılar özellikle bu tiplere bayılırlar… Can ciğer kuzu sarması mutlu mutlu takılırlar.
Zordur Türkiye’de “teknoloci” gazetecisi olmak. İyi bir işkembeye ve her an yalamaya hazır bir dile sahip olmak gerekir. Objektif olduklarını iddia etseler de imkanları yoktur böyle olmaya… İyi yazmak zorundadırlar göbekten bağlı oldukları firmanın ürünlerine… E, onları da anlamak gerek…
Ben mi? Dinozorun biri işte… En azından, dahi anlamındaki “de”leri, “da”ları, “ki”leri ve soru eklerini ayırmayı biliyorum ya, buna da şükür… Ya “teknoloci” gazetecisi olsaydım, işim çok zor olurdu…
Cem Kıvırcık – 29 Ağustos 2016